Zindandaki Kanatlar (Çev. Cuma Tanık) eseriyle 2015’te İbn Battuta Edebiyat Ödülünü kazanan Suriyeli yazar Müfid Necm’le söyleşi.
Bu söyleşide; kişisel hayatı, sosyal ve politik mücadelesi, eleştirel vizyonu ve düşünsel pratiğiyle ilişkili olarak nadir görülen bir eleştirmen, yazar ve toplumcu Müfid Necm’i takdim etmek istiyorum.
Size edebiyat ve eleştiriyi sevdiren, sizi değişim için çabalayan devrimci bir kapıdan toplumsal problemlerin içine sürükleyen, böylece Baba Esed’e ait hapishanelerde uzun bir süre kalarak bedelini ödediğiniz ilk kaynaklardan, başlangıçlardan metin ve gerçeklik düzeyinde bahseder misiniz?
Hişbir şey nedensiz başlamaz. Herhangi bir deneyimin başlangıcının arka planında bir dizi nesnel ve öznel faktörler vardır. Mekânın, sosyolojik ve kültürel çevrenin bu başlangıçların oluşumunda belirleyici bir rolü olduğundan, Beyrut-Şam arasında gidip gelen ve bize roman ve altmışlı yıllarda en çok okunan kitapları getiren ağabeyimin bu bağlamda önemli bir payı vardır. Siyasi iklimin yanı sıra fikir, slogan, devrim ve değişim hayalleriyle çalkalanan tarihî bir dönemeçte büyük sosyal ve siyasî meselelerle haşır neşir olmamız, öte yandan 1967 Arap-İsrail Savaşının patlak vermesiyle vatanımın işgal edilmesinin ardından sürgün hayatı yaşamam, bu problemlerle meşgul olmamda önemli bir etken olmuştur. O dönemde Batı edebiyatı ve düşüncesinden yapılan tercümelerin bu ilişkimin derinleşmesinde ve özgürlük, modernizm, benlik ve varlık kavramlarıyla ilgili zihnimde yeni ufukların açılmasında büyük bir rolü oldu. Fakat sosyolojik ve özgürlükle ilgili meseleler bende zamanla diğer problemlerin önüne geçti.
Çocukluğumdan itibaren isyankâr bir ruha sahiptim ve özgürlüğe aşırı düşkündüm. Tabiatın bana bahşettiği özgürlük bu duygularımın esas kaynağıydı. Bu kişiliğimin etkisi, hayata karşı eleştirel tutumumda; ideolojik, siyasi ve dini bağnazlığı reddetmemde; yeniliğe ve ilerlemeye açık olmamda kendini açıkça gösteriyordu. Edebiyat hayatına şair olarak giriş yaptım ve 1977’de Suriye’de Genç Şairler Şiir Yarışmasında birincilik ödülünü kazandım. Modern Arap şiiriyle olan bağım güçlüydü ama bu şiirin estetik ve düşünsel değerlerini kavrayabilmenin eleştiri ve onun modern akımlarını bilmekten geçtiğini fark ettim, bu yüzden bu alanda kendimi geliştirmeye yöneldim. Fakat uzun cezaevi deneyimim bu alanda ilerleme kaydetmemi engelledi. Cezaevinden sonraki hayatımda bu eksikliğimi gidermek istedim, böylece ilk çabalarımla birlikte yoğun okumalarıma başlayarak şiirin estetik unsurlarını yapı, biçim ve anlam açısından inceleyen metinler okuyarak eleştiri alanındaki bilgimi sağlamlaştırmaya çalıştım. Kuşkusuz bu deneyim beni önemli keşiflere sürükledi ve bu deneyimimi düşünme biçimi, dil, benlik ve dünyayla olan ilişkim düzeyinde dönüştürmeme yardımcı oldu.
Nuri el-Cerrah, “Zindandaki Kanatlar” adlı kitabınızı aşamalar halinde, bazen de size uyguladığı baskı sonucunda yazdığınızı söyledi. Çünkü ona göre cezaevi deneyimlerinizin perde ardında saklı kalması, özellikle sizin ve kısmen de Suriye tarihiyle ilgili gizli kalmaması gereken gerçeklerin ve verilerin kaybolması anlamına geliyordu. Öte yandan sizin, cezaevi deneyiminizin mücadeleniz karşısında verdiğiniz bir bedel olduğunu ve bu deneyim karşılığında dünyadan manevi bir beklentiye girmek istemediğiniz için yazmaktan kaçındığınıza değindi. Bize bu kitabı yazma serüveninizden bahseder misiniz?
Birçok faktör, cezaevi deneyimimi yazmaktan alıkoyuyordu beni. Yazının, bu korkunç deneyimi insanî, politik, varoluşsal, psikolojik ve ruhsal boyutlarıyla ortaya koymaya güç yetiremeyeceğini düşünüyordum. Bu yüzden Zindandaki Kanatlar kitabımın yayımlanmasından sekiz sene sonra bu kitabımı yeniden yazmaya koyuldum. İkinci faktör, bu deneyimimi yazarak maddi bir kazanç elde etmeye çalışmakla suçlanmam korkusuydu. Bu deneyimimi, özgür irademle seçtiğim ve vahşi bir diktatörlüğün karşısında ahlâkî, insanî ve vatanî bir görev olduğuna inandığım duruşumun bir bedeli olarak görüyorum. Burada, şair dostum Nuri el-Cerrah’ın beni yazmaya sürükleyen çabasına dikkat çekmeliyim. Bununla birlikte, satırların ardında gizlenmeye çalışıyordum çünkü kendi ve ailemin hayatıyla ödediğim büyük bedellere rağmen kendimi böylesi korkunç bir deneyimde kahraman olarak sunmak istemiyordum.Yazmaya başladığımdan beri, hapishanelerin korkunç gerçeğine ve yaşadığımız korkunç ıstıraba sadece tanıklık etmekle kalmamanın ne demek olduğunu idrak ettim. İnsanî, varoluşsal, öznel ve genel psikolojik derinliğiyle bu deneyimi, Suriye intifadasının devam ettiği yıllarda en üst seviyelere ulaşan baskı, terörizm ve gaspla eşi benzeri olmayan bir tarih kuran istisnai bir deneyim olarak yeniden yaşamaya çalıştım. Bu deneyim bana, politik anlamının ötesine geçen, ahlâkî ve zaman, mekân, benlik, öteki, fiziksel ve psikolojik çöküşe karşı koyma ilişkisi düzeyinde insanî ve varoluşsal problemlere dair birçok soru soruyor. Mahpusun savaşı yalnızca celladıyla değildi aksine uzun yıllar boyunca baskı ve işkence dolu insanlık dışı koşulların gölgesi altındaki kendi benliğiyleydi aynı zamanda. Bu yüzden alışılmışın dışına çıkıp cellat-kurban ikiliğini aşarak bu deneyimi psikolojik, ruhsal, politik ve varoluşsal anlamıyla daha geniş bir perspektifle hatırlayıp yazmaya çalıştım. Yani insanın, politik olandan önce gelmesini istedim. Çünkü özgür ve onurlu bir yaşam adına yapılan mücadelelerin çıkış noktası insandır.
Siz bir eleştirmen olarak iki türe ilgi duyuyorsunuz: Roman ve şiir. Çağdaş Arap edebiyatının bu iki türdeki başarısı hakkındaki görüşünüzle ilgili, özellikle Arap edebiyatının gerçekliğinden habersiz okuyucular için detaylı bir cevap vermeniz mümkün mü?
Arap edebiyatının modernleşmesine öncülük eden tür, romantik ve neo-klasik şairlerin girişimleri ve bununla birlikte serbest şiir ve düzyazı şiirin ortaya çıkışının da etkisiyle şiir türü olmuştur. Şiirle ilgili bu dönüşümler fikrî ve siyasî akımların yükselişi eşliğinde ellilerin sonu, altmışların başında zirveye ulaştı. Bu şairlerin şiirlerinde yaygın olarak görülen diriliş, doğum ve mitolojik unsurlarla ilgili semboller, yeni devrimci ruhun doğuşunun sembolik ve estetik birer ifadesiydi. Bu durum, Batı kültürünün açık etkisinden ve aynı zamanda yeni gerçekliğin dayattığı ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Bu ilişkinin diyalektik noktası, modern poetikanın yükselişinde ve Arap gerçekliğinin Rönesans, ilerleme ve modernizm yanılsamalarını ve ideolojilerin arzu edilen değişimi elde edemediğini ortaya koymaya başladığındaysa varlığının gerilemesinde belirleyici bir faktör oldu. Roman türünden bahsedecek olursak, kuşkusuz bu tür, 20. yüzyılın ilk yarısına kadar modern Batı romanıyla etkileşim kurmakta biraz gecikti ve gelişimini hâlâ kontrolü altında tutan deney ve araştırma eğilimi ile ön plana çıktı. Romanın tırmanışı, onu şiirin işgal ettiği öncü konuma yükselterek önünde büyük ufuklar açtı, ancak yine de yazılanların çoğunda, anlatım teknikleri ve üslup açısından Batı romanının etkisi hâlâ görülmeye devam ediyor.
Yenilikçi bir eğilime sahip Arap edebiyatı yayıncılığı, Mısır’daki Apollo Dergisinden Beyrut’taki el-Âdâb ve Şi’r dergisine, oradan Londra sürgünündeki en-Nâkid ve el-Cedîd dergilerine kadar coğrafyalar arası öncü duraklara şahit oldu. Arap edebiyatının Batı’ya göçünü tarihsel bir yazgı olarak mı görüyorsunuz, yoksa bu ilk etapta siyasi dönüşümlerle mi bağlantılı?
Kültürel, siyasî ve tarihî faktörlerin modern Arap edebiyatının ortaya çıkışında sosyolojik olmaktan önce kültürel ve siyasî açılardan katkısı oldu. Modern Arap edebiyatının, halkı aydın kesimden oluşan ve genç kuşağın değişime hevesli olduğu daha geleneksel ve muhafazakâr toplumlarda ortaya çıkışı bunun kanıtıdır. Arap kültürü ve yeni nesillerin Batı kültürüyle olan ilişkisini, edebî zevkteki dönüşümlerini ve yeniliği aramaya olan eğilimlerini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu sorunun kaynağının, Batı kültürünün başarılarını özümseme ve bunlardan yola çıkarak deneyim ve gerçeklikten doğan dahil etme ve yenileme yeteneğine sahip kültürel ve edebî bir farkındalığın oluşumunda temsil edildiği kadar bu ilişkide yattığını sanmıyorum. Modern Arap edebiyatına yüklenen bu misyon, toplumsal bir taşıyıcıya ve otoriter rejimlerin el koyduğu bir özgürlük iklimine ihtiyaç duyan ilerleme ve modernizm düzeyinde, gerçekliğin meydan okumalarının bir parçası olan birçok zorlukla karşı karşıyadır.
Arap Baharı, Arap yazarlara edebî üsluplarıyla yüzleşmeleri ve alışılagelmiş ifade tarzlarının dışına çıkmaları için bir fırsat sundu. Şair ve yazarların, hayatlarındaki büyük trajik dönemeçle etkileşim sağlayan yeni bir edebiyata ulaşmak için bu fırsatı değerlendirip, yaratıcılıkla ilgili yeteneklerini geliştirip güncelleştirme yönünde gözden geçirdiklerini düşünüyor musunuz?
Arap Baharının edebiyata sunduğu önemli katkı, özellikle yeni kuşaklarda bastırılmış yaratıcılığın patlak vermesinde kendisini gösterdi. Bu etki, özellikle Batı sürgünündeki Arap yazar ve şairlere vizyonlarını, yazma ve ifade mekanizmalarını geliştirmeleri için yeni meydan okumalar sundu. Ama aynı zamanda özellikle sosyal medyanın gelişen rolü ve Arap eleştirisinin bu deneyimlerle diyalog kurmadaki rolünü oynayamamasıyla birlikte yazmaya dair bir kaos durumu yarattı. Bu tarihî olayı, insanî ve varoluşsal boyutlarıyla farklı bir yaratıcılık düzeyine çıkaran çok az deneyim var, ancak ne yazık ki resmî Arap kültür kurumları bunları görmezden gelmeye çalışıyor.
Özellikle sürgündeki ve yeni kuşak Arap şairlerin yazdıkları şiirin başarısı hakkındaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
Arap yazar ve şairler için yeni bir edebî fenomen yaratmada sürgünün rolünden bahsetmek için henüz çok erken, çünkü bu deneyimi insanî, varoluşsal ve kültürel boyutlarıyla anlamak, bu deneyimi özümseyip temsil edebilecek zaman ve farkındalık gerektirir. Kadın ve erkek birçok şair ve romancı arasında, Arap dilinin retorik ve şiirsel düzeyde ve bazen de gramer düzeyinde sahip olduğu potansiyellerin gerçek bilgisine ek olarak edebî deneyimin gerçekliğini bilmeme ve bu deneyimle iletişimini koparması olarak tecelli eden bir sorun vardır. Bu nedenle, yazılanların çoğu bakış açısı, dil, şekil ve üslupta derinlik ve çeşitlilikten yoksun, taklit ve yüzeysellik ile ön plana çıkmaktadır. Sürgünler, özgün yaratıcılığın olduğu yöne doğru evrilebilirdi ama şiir, her şeyin birbirine karıştığı bir alana dönüşmesiyle okur kaybetti, böylece çoğu kadın ve erkek yazar görünür olmak için başka araçlara yöneldiler.
Roman türünde özellikle dikkatimi çeken ve geniş bir okur kitlesine sahip olan yazarlardan biri de Suriyeli romancı Fevvaz Haddad’tır. Arapçada defalarca basılan ve Türkçe dahil birçok dile çevrilen romanlara sahip. Sizce onun romancılık deneyiminde yatan güç nereden geliyor?
Fevvaz Haddad ilk eserlerinden itibaren, özellikle Şam’ın mekânsal ruhundan ilham alan ve bu mekânın dönüşümlerini eserlerinde dile getiren özel bir deneyim sahibi olarak dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Eleştiri alanında da medyada da eserlerinin övgü alması bunu açıkça gösteriyor. Onun eserleri, başlangıçta, anlatı dilindeki güçlü yoğunluğuyla ön plana çıksa da, daha sonraki yıllarda roman konseptini geliştirerek gerçekliğe ve onun sosyolojik, siyasî ve tarihsel sorunlarına eğildi. Bununla birlikte yolsuzluk, despotizm, aşırıcılık ve siyasî mezhepçilik olguları eserlerinde sık sık görülmeye başladı. Neticede roman türünde en çok eseren veren ve Suriye’de de Arap dünyasında da en çok okunan yazar oldu. Fevvaz Haddad vatansever ve dürüst bir tavırla sahip olduğu duruş ve yaratıcılıkla, varlığını güçlendirebilmek için her türlü şiddet ve baskı araçlarına sahip bir despotizme karşı özgürlük, vatandaşlık ve insan onurunun tarafını tuttuğu romancılık anlayışını sessizce ama ısrarla devam ettiren bir yazardır.
Arap edebiyatına gerçekten hizmet eden Arap eleştirmenler var mı? Arap edebiyatı okurlarına eleştiri alanında okumalarını tavsiye ettiğiniz eleştirmenler kimlerdir?
Böyle bir söyleşide, Arap eleştirmenlerin modern Arap edebiyatına katkıları hakkındaki rollerinden bahsetmek zor. Çünkü böylesi bir rol, Araplara ait eleştirel bir kuramın oluşması için, Arap eleştirisi ile Batı’daki modern eleştiri akımlarıyla aralarında yaratıcı bir etkileşim ortaya koymakla ilgili büyük sorulara cevap veren birçok aşama ve deneyimden geçti. Arap eleştirisi, Marksist ve sosyal eleştirinin ve modern Batı eleştirisinin çeşitli okul ve akımlarının etkilerine boyun eğdi. Ancak sosyal eleştiri, Arap eleştirisinin de hâlâ kavramlar sistemi ve analiz araçlarıyla, öte yandan bu bilişsel ve eleştirel sistemden yapılan ilavelerle faaliyet gösterdiği Batı merkezli eleştiri okulları lehine son yıllarda geriledi. Modern Arap eleştirisinin sorunu, Batı eleştirisine bağımlı olması nedeniyle, yirmi yıldan fazla bir süredir bu başarıya ayak uyduramamasıdır. Resmî Arap kültür kurumlarının eleştiriye maddi ve manevi desteğinin olmaması, atölyelerin ve akademik kurumlar ile kültür kurumları arasındaki etkileşimin olmaması, eleştirmenlerin bireysel çabalarına terk edilen eleştiri akımının gelişimini ve etkinliğini olumsuz yönde etkilemiştir. Altmışlı yıllarda gözle görülür bir şekilde gelişen eleştirinin sorunu, eleştirmen ve yazar arasındaki kronik ilişkinin yanı sıra yayınevlerinin eleştiri alanında kitap yayımlamaktan kaçınmalarından kaynaklanmaktadır. Öte yandan roman türünün Arap kültür sahnesindeki üstünlüğü, eleştiri ve hatta şiir karşısında elde ettiği saygı ve ödüller, Arap eleştirisinin gerilemesine neden olmuştur.
Eleştiri türünde devam eden yeni çalışmalarınız var mı?
Arap eleştirisinin sorunu, son yıllarda pazarlama ve kâr peşinde koşan yayınevlerinin yayıncılık düzeyindeki ihmalkârlığından kaynaklanmaktadır. Bu gerçek, benim ve eleştiri alanında çalışan diğer yazarların cesaretini kırıyor.Geçenlerde, Mahmud Derviş’in şiirinde yer alan metinlerarası göndermeleri anlam, şiirsel ve metinsel işlev açısından ele alan bir kitabın taslağını tamamladım ama uzun süre üzerinde çalıştığım bu eser, Derviş’in şiirindeki söz konusu olguyu en kapsamlı ele alan bir eser olmasına rağmen hâlâ yayımlanmayı bekliyor. Suriye ayaklanmasından sonra özellikle sürgün ülkelerdeki Suriye romanı üzerine tamamlamaya çalıştığım ve Ummanlı şair Seyf er-Rahbî’nin deneyimi hakkında güncellediğim ve yakında yayımlanacak olan iki eleştiri kitabım daha var. Bugünlerde bir roman yazmakla uğraşıyorum. Bundan önce sürgün günlüklerini yazdım. Şimdiyse, Suriye’nin yetmişlerden günümüze geçirdiği dönüşümleri ele alan iki bölümlük bir roman yazıyorum. Bu eser, duygusal bir hikâye üzerinden Suriye’deki bu dönüşümleri yansıtan, sosyal ve politik sorunları anlatı yapısı çerçevesinde işleyen bir eser.
Arap Baharı, otoriter rejimler ve onların sponsorları tarafından ağır darbeler aldı ve yeni kuşağı sosyal ve politik değişim meydanlarına dökmeye teşvik eden dünya tarafından gerçek bir ihmale uğradı. Arap dünyasında değişim fikrinin hayal olduğunu düşünüyor musunuz, yoksa bu değişim fikri yeniden küllerinden doğar mı sizce?
Arap Baharı devrimlerinin zaferle sonuçlanması bölgesel ve uluslararası anlamda kimsenin menfaatine değildi. Herkes bu devrimlerle ilgili, Ortadoğu halklarının çıkarları pahasına, kendi siyasî çıkarlarına hizmet eden şahsi kararlar aldılar. Kanlı Arap Baharının trajik sonuçlarla son bulması, bölgedeki güçlerin menfaat çatışmasına işaret etmektedir. Herkes çıkarlarını gerçekleştirmek için bu süreçte toplumsal ve mezhepsel çelişkileri istismar etmeye çalıştı. Bu gerçek, özgürlük sorunları ve tiranlığın devrilmesi pahasına, devrimleri savaş ve çatışmaların içine sürükledi. Özgürlük, adalet ve hak talebiyle başlayan bu devrimler, arkasında uluslararası, bölgesel ve yerel partilerin olduğu bir güç mücadelesine dönüştürülerek başarısızlığa uğratılmıştır.
Söyleşi Peren Birsaygılı Mut
Arapçadan Çeviren Cuma Tanık