Amin Maalouf’la Söyleşi: Ortadoğu ve Çok-kimliklilik

Gönderen Cuma Tanık
0 Yorum 186 Görüntüleme 11 dakika okuma süresi

Amin Maalouf 1949’da Lübnan’da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. 1976’dan beri Paris’te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün kendini yazarlığa adamıştır. Amin Maalouf frankofon kültür tarihine kazınmış bir isim. Maalouf, “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri”, “Ölümcül Kimlikler” araştırmaları ve “Afrikalı Leo”, “Semerkant”, “Işık Bahçeleri”, “Tanios Kayası” ve “Doğunun Limanları” romanlarıyla Arap dünyasında kültürel alana en çok nüfuz etmiş yazarlardan biri olarak kabul edilir. Bir romancı olarak çalışmaları dünyaca bilinmektedir. “Tanios Kayası” adlı romanı 1993’te Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülüne layık görüldü. 2010 yılında aldığı Asturias Prensliği Ödülü sayesinde edebiyat alanındaki kariyeri doğrulanmış oldu.

el-Cedîd: Şimdi ve gelecek adına umutlu musunuz?

Amin Maalouf: Umutsuz olduğumu söyleyemem. Karşısında dirayet göstermemiz ve çözmemiz gereken ciddi problemler mevcut. Söz konusu problemlerin çözümü yok diyemeyiz. Çünkü temel görevimiz dünyayı yaşanabilir kılmaktır. Birlikte yaşamak ve ortak yaşamımızı sağlam bir zemin üzerine kurmamız gerek. Bu problemlere çözüm bulmamız şart ama çaresizliğin ve karamsarlığın bu çözümler arasında yer almadığı aşikâr.

Bir Kimlikten Daha Fazlası

el-Cedîd: Siz bir Arap, bir Hristiyan, bir Şamlı, bir Lübnanlı, bir Frankofon’sunuz ve Avrupa’da yaşıyorsunuz; tek ama bir çok dala ayrılmış bir kimlik. 27 farklı kimliği bir çatı altında toplayan Avrupa Birliği hakkındaki düşünceniz nedir?

A.M.: Bence “Avrupa” mefhumunun “bir” olmaya ihtiyacı yok. Gerçekçi ve adil olmak gerekirse her şahıs bu niteliğe sahip olabilir. Örneğin ben, sizin de dediğiniz gibi, Lübnan’da doğdum ama kırk yıldır Fransa’da yaşıyorum. Hâlâ kendimi Lübnanlı olarak hissediyorum ama aynı zamanda bir Fransız’ım. Her iki kimliğe de aidiyet hissediyor ve hiçbirinden de kopmak istemiyorum. Fransa’da benim gibi göç edip hem ülkeleriyle hem de kendilerini misafir eden ülkeyle aynı düzeyde bağ kuran çok-kimlikli birçok birey var. Bazılarınınsa bu ülkeyle bölgesel ve dilsel büyük bir bağı var.

Bana göre makul tek duruş, her bireyi çok-kimliliğe ve her kimlikle uyum içinde yaşamaya teşvik etmek. Bu, Avrupa’nın hem kazanacağı hem de çeşitli kimlikleri bir arada tutmasına yardımcı olacak bir yöntem. Bununla beraber 27 Avrupa ülkesi arasında en küçük ortak payda arayışı çok kısıtlayıcı bir bakış açısı. Önemli olan Avrupa’nın oluşturduğu bu kimliklerin nereye sürüklendiğini görmemiz. Çünkü Avrupa’yı dünyanın geri kalanıyla birleştiren bu farklı kimliklerdir.

Ötekiden Korkmak

el-Cedîd: Kültürler arasında bir köprü kurulması gerektiğini savundunuz her zaman, özellikle Akdeniz’in iki yakası arasında. Milliyetçiliğin, ötekiden nefret etmenin, ırkçılığın ve bireyciliğin hâkim olduğu çağımızda bu mümkün mü sizce?

A.M.: Sanıyorum, milliyetçiliğin ve ötekiden nefret etmenin belirtileri ortaya çıktığında, ki genelde ortada bir sebep vardır, derhal bu soruna bir çözüm bulmak gerek. Milliyetçilik ve ötekiden nefret etmek gibi duyguların arka planında genel olarak bir korku yatar. Bu gibi davranışları kendinde barındıran bir kişiye “korkma” diyemezsiniz ancak korkusunun ardında yatan sebepleri anlamaya çalışmak, böylece söz konusu sebepleri ortadan kaldırmak elzemdir. Herkesin olup bitenleri gördüğü ve olanlardan korktuğu zor ve karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. Sorunları çözmede liderlerin, sosyal medyayı aktif olarak kullananların ve yazmakla uğraşanların rolü yadsınamaz. Bizlere düşen, insanların birbirleriyle uyum içinde yaşamalarına ve yaşadıkları problemlerin üstesinden gelmelerine yardımcı olmaktır.

İnsanlar Eşittir

el-Cedîd: Müslüman nüfusun ağırlıklı olduğu birçok Arap ülkesinde yaşadınız. Bu Müslüman ülkeleri, modernitenin meydan okumalarına karşı çıkmaları gerektiğini gerçekten idrak ediyorlar mı? Günümüze uygun siyasi bir sistemin henüz tasarlanmamış olması bizi İslâm’ın modern kültürün laik rasyonelliğine aykırı olduğuna inandırır mı?

A.M.: İnsanların kaygısı Beyrut’ta da, Cezayir’de de, Madrid’de, Bogota’da da aynı. Aynı şeyi talep ediyor, aynı umutları besliyorlar. Daha müreffeh bir hayat yaşamak istiyorlar. Daha çok saygınlık elde edecekleri ve kişisel kabiliyetlerini geliştirebilecekleri bir ortamda olmayı umuyorlar. İnanıyorum ki Arap dünyası ile Batı dünyasının beklentileri arasında çok büyük farklar yok. Tarihte bazı medeniyetlerin diğerlerine üstün olduğu vakidir. Buna rağmen herhangi bir çatışma yaşanmamıştır. Bununla birlikte bugün dünya gözle görülür bir şekilde değişiyor. Nihai hedef ise insanların yaşamlarını iyileştirme isteği ve çabası.

Eşitsizlik Meselesi

el-Cedîd: Hüsn-i tasarrufta bulunmamız için gereken tüm araçlara sahip olmamıza rağmen, ısrarla su-i tasarrufta bulunduğumuzu düşünüyorsunuz. Bununla birlikte, son araştırmalarınızın birçoğuna göre tarihte en adil dönemi yaşıyoruz çıkarımını yapmak mümkün. Branko Milanovic ise “Küresel Eşitsizlik” kitabında dünyadaki toplumsal eşitsizliğin büyük oranda arttığını iddia ediyor. Umutsuz olmak için ikna edici bir sebep değil mi bu?

A.M.: Burada durum iki mesele etrafında dönüyor. Birincisi, son yıllarda gelişen ve daha az şiddetin yaşandığı bir dönemde yaşadığımızı ifade eden düşünce, bu doğru. Bu düşünce, tarih öncesi dönemleri hakkında yürütülen ve günümüze oranla şiddetten ötürü ölüm oranının çok daha fazla olduğunu kaydeden birçok araştırmaya dayanmaktadır. Bununla birlikte, her şey iyi olacak diye kendimizi kandırmaya da gerek yok. Çünkü bugünkü gereksinimlerimiz çok farklı. Şiddetten ötürü ölenlerin sayısındaki düşüşe de güvenmemiz mümkün değil. Tam da burada durum, sahip olduğumuz gücü doğru bir şekilde kullanıp kullanmamamızla ilgilidir. Vicdanımızı bu denli basit bir şekilde susturamayız.

İkinci mesele, bir eşitsizlik sorununun olduğudur. ABD araştırmalarına göre, ayrımcılığın azaldığına ben de katılıyorum. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt döneminden itibaren ayrımcılık ve eşitsizlik azalmış ve 80’lerin başına kadar da böyle devam etmiştir. Ancak son yıllarda eşitsizlik oranı yine artışa geçmiştir. Daha önce de söylediğim gibi; kendimizi geçmiş dönemlerle kıyaslamamız mümkün değil. Bu yüzden müteyakkız olmamız lazım. Eşitsizlik ilkelerinin çöküşüyle birlikte hepimiz akıma sürükleniyoruz. Şimdiyse yıllarca kutsal sayılan eşitlik ilkesi tartışmaya açık hale gelmiş. Bugün birçok kişinin ekonomik durumunun, eşi görülmemiş bir şekilde büyüdüğünü görüyoruz.

Lübnan’daki Gösteriler

el-Cedîd: Asıl vatanınız olan Lübnan’ın sokaklarını öfke ve hiddet sarmış durumda. Mevcut durum hakkında bizlere nelere söyleyebilirsiniz?

A.M: Gösteriler Lübnanlıların temelde karşı karşıya kaldıkları geçim zorlukları nedeniyle uzun bir zamandır devam ediyor. Birkaç yıldır sürekli elektrik kesintileri olmakta, bazen ekmek ve ilaç gibi en temel ihtiyaçlar bile karşılanmamaktadır. Hatta içme suyuna ulaşmak bile çok güç hale gelmiş durumda.

Lübnan halkı bu durumdan çok mustarip. Son olarak sosyal medya uygulaması Whatsapp’a getirilen vergi kitlesel bir öfkeye neden olmuş ve halk sokaklara inmiştir. Bu gösterilerin ne zamana kadar devam edeceğini ne zaman son bulacağını bilemiyorum. Çünkü Lübnan yönetimi, yozlaşmış politikalarına rağmen alt üst edilemeyecek kadar son derece güçlü durumda. Göstericilerin ne yapabileceklerini kestiremiyorum ama niyetleri iyi ve son derece meşru.

Sudan, Cezayir, Irak

el-Cedîd: Cezayir’de halk hareketi denilen benzer bir durum var. Cezayir halkının sonunda özgür bir demokrasinin kurulmasıyla istediklerine ulaşabileceğine inanıyor musunuz?

A.M: Sadece Cezayir’de değil, son aylarda başka ülkelerde de dikkatte değer olaylar cereyan etmekte. Örneğin Sudan’da gerçek bir değişime yol açan gösteriler yapıldı. Gelecekte Sudan’ı nelerin beklediğini bilmiyorum ama şu anda Sudan halkı tarafından seçilmiş bir hükümet var ve bu hükümetin geleceğe yönelik yeni bir bakış açısı mevcut. Bu yüzden bekleyip görmemiz lazım.

Aynı gerçekler Irak’ta da tekerrür etmekte. Burada protestolar daha şiddetli geçiyor ve bu da hükümet hakkında güvensizliğe yol açtı. Irak’taki durum Lübnan’daki duruma benziyor. Irak hükümeti her ne kadar güçlü değilse de değişmesi zor. Çünkü yönetim ülkede birçok farklı grup arasında dengelenmiş bulunmakta. Bu yüzden yönetimin değişmesi son derece zor. Şimdiye kadar da herhangi köklü bir değişim olmadı.

Cezayir’e gelince, durum biraz farklı. İnsanlar aylardır sokaklarda ama buna rağmen gösteriler sakin görünüyor. İşin garip yanı göstericiler henüz birtakım alternatifler sunmadı. Ama yozlaşmış mafya hükümetini istemediklerini iddia ediyorlar. Ancak sorumluluğu üstlenecek ve değişim fırsatı sunacak herhangi bir siyasi liderleri de bulunmamakta.

Göstericiler seçim istemiyorlar çünkü seçime girecek adayların eski rejime ait olacaklarına inanıyorlar. Bu yüzden protestocuların kendi adaylarını kendilerinin tayin etmesi gerekir. Bu yolun dönemecin sonunda onları nereye götüreceğini bilemiyorum. En iyisi bekleyip görmek.

İki Farklı Şey

el-Cedîd: Bu yüzden Tunus’un örnek teşkil etmesi gerekir. Fakat demokrasi ve İslam arasında bir yaşam mümkün mü?

A.M: İki farklı şeyden söz ediyoruz. Herhangi dini bir hareketin demokrasiye uygun bir rol oynaması gerektiğini düşünmüyorum. Halkların demokratik ve seçimle gelen rejimlerinin olması gerektiğine inanırım. Aynı zamanda toplumun dini inançları da olabilir elbette. Din ve siyasi rejim arasında herhangi türden bir uyum veya çelişkiye inanmıyorum. Çünkü ikisi de birbirinden bağımsız oluşumlardır. Bu yüzden bugün Tunus’ta olanlar hayret verici. Tunusluların kendisi bile şaşırmış durumda. Yeni seçilmiş Başkan Kays Said bu dünyaya yabancı. İnsanlar onun bir başkan olarak vereceği kararları iyi bilmiyor. Yine de Tunus’taki durumun sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Tunusluların seçime gidip seçecekleri adayların uzman politikacılar olmaması onlar için daha iyi. Bu ülke için en iyisini diliyoruz.

Araplar ve İran

el-Cedîd: Bölgenin imajını bütüncül görmek için Körfez’deki gerginliği de göz önünde bulundurmak lazım. Suudi Arabistan, Emirlikler, İran, Suriye ve Türkiye’deki mücadelelerin halkın üzerindeki etkisi nedir?

A.M: Herkes Körfez’de olup bitenlerin dünyanın her yerinde etki edeceğine inanmaya alıştı. Çünkü bu bölge dünya petrol rezervinin kalbi olarak kabul ediliyor. En son petrol kaynaklarına yapılan saldırılara şahit olduk. Bunun sonucunda dünyanın en büyük petrol kaynağı olan Suudi Arabistan’ın üretiminin yarısı durdu. Ama bir şey olmadı. Yani büyük krizler yaşanmadı. Hatta uzun vadede petrol fiyatlarında önemli bir artış gözlenmedi. Sadece olayların yaşandığı günlerde az bir oynama oldu. Bunun dışında Körfezdeki kriz düşündüğümüz gibi dünyanın geri kalanında herhangi bir etki yaratmıyor.

Bugün yaşananlar farklı ülkeler arasında yaşanan çekişmelerdir. Şüphesiz İran; Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen gibi birçok komşu ülke üzerinde etkisi bulunan bölgesel bir güç. Ve bölgedeki rakipleri kendi seviyesinde değil. Örneğin Suudi Arabistan zengin bir ülke olmakla birlikte aynı etkiye sahip değil; ordusu eşit düzeyde değil.

İran geleneksel olarak önemli bir taraf. Bu yüzden eğer ABD bölgeden çekilirse, ki bugün olabilecek bir durum bu, o zaman İran bölgede büyük bir nüfuz sahibi olabilir. Bununla birlikte ekonomi onların zayıf noktası. Çünkü halen yaptırımlara maruz kalmaya devam ediyor. Bu da son zamanlarda ülkeyi olumsuz etkilemektedir.

Araplar ve Değişim

el-Cedîd: İslami aşırılık ve şiddetle birlikte bugün yaşananlardan sonra insanların çoğu bir zamanlar Lübnan’da olduğu gibi dinlerin ve çeşitli kültürlerin birlikte barış içinde yaşayabileceğine inanmıyorlar. Birlikte barış içinde yaşamanın şartları nelerdir sizce?

A.M: Harika ama cevaplaması zor bir soru. Beyrut 60’lı yıllara kadar farklı grup ve inançların barış içinde yaşadığı bir kentti. Böylesi bir birlikteliği yeniden sağlamanın mümkün olduğunu ve bundan da vazgeçmemek gerektiğini düşünüyorum. Evet, zor zamanlardan geçtiğimiz doğru ama bunun sonsuza kadar sürmesine gerek yok. Arap dünyası birtakım değişimlerle yüz yüze kalabilir. Bizim bazı şeyleri, birlikte yaşamamızı mümkün kılacak yöntemlerle değiştirmemiz lazım.

el-Cedîd: Arap dünyasının parçalanmışlığı hakkında düşünmek korkunç bir durum. Geçmişteki hataların düzeltilmesi konusunda şimdiki kuşağa güveniyor musunuz? Ufukta bir değişim görüyor musunuz?

A.M: Gençlerin değişime olan ihtiyacı idrak etmeleri lazım. Bizim ve şimdiki kuşak arasındaki fark, bugünkü gençlerin değişimleri gerçekleştirmek için gerekli tüm araçlara sahip olmalarıdır. Bu hususta iyimserim. Evet, değişim mümkün.

el-Cedîd: Şu anda Madrid’te bizimle olmanız münasebetiyle şu son soruyu soralım: İspanya, Arap dünyasıyla olan ilişkisinde nasıl bir rol oynayabilir?

A.M: İspanya Arap dünyasıyla çok eski ve derin ilişkilere sahip. Dahası bu iki uygarlık arasında eskiden sömürge güçlerle olduğu gibi gerçek bir çatışma da yok. İspanya sömürgeci bir güç olarak bölgeye gelmedi. Dolayısıyla İspanya gibi ülkelerin Arap dünyası ve Avrupa arasında aracı bir rol oynaması daha kolay.

Tabii, sömürgeci olmayan ülkelerin maruz kaldığı gerçek problemler temelde ekonomik ve sosyolojiktir. Ekonomik ve sosyolojik problemler önemlidir. Ama kimlik ve haysiyeti etkileyen başka sorunlar da vardır. Bu problemleri birbirinden ayırmak gerçekten zor. Bunlar tek başına bir sorunlar yığınıdır.

Türkçesi Cuma Tanık

Kaynak: el-Cedîd

Bir Cevap Yazın

Bu web sitesi, deneyiminizi iyileştirmek için tanımlama bilgilerini kullanır. Bu konuda sorun yaşamadığınızı varsayacağız, ancak isterseniz devre dışı bırakabilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

%d blogcu bunu beğendi: