2018’de Man Booker Uluslararası Ödülü’nün en güçlü adaylarından biri olan Iraklı yazar Ahmed Saadavi, ödülü Polonyalı yazar Olga Tokarczuk’a kaptırsa da ismini akıllara kazımayı başardı. BBC gibi köklü kuruluşlar için habercilik de yapan, Irak’ta mütevazı bir hayat süren yazarla, onu Batı edebiyat dünyasının radarına sokan Frankenstein Bağdat’ta’yı ve savaş bölgesinde yaşamanın ne demek olduğunu konuştuk.
Mary Shelley’in Frankenstein’ını günümüz Bağdat’ına uyarlama fikri nasıl ortaya çıktı?
Roman zihnimde zaten olgunlaşmıştı ama 2006’da Bağdat’ta radyo muhabiri olarak çalışırken işim gereği gittiğim adli tıp morgunda başımdan geçen bir olayla birlikte tamamen şekillendi. Orada ağlayan bir gençle karşılaştım. Niçin ağladığını sorunca, bir terör saldırısında öldürülen kardeşinin cesedini aramakta olduğunu ve kardeşinin bedenini onlarca ceset arasında bulamadığını öğrendim. Morg görevlisi delikanlıya orada, içinde patlamalara kurban gidenlerin cesetlerinin olduğu bir oda gösterdi. Genç, görevlinin işaret ettiği odaya girdi ve kardeşinin ceset parçalarını buldu. Kardeşinin diğer ceset parçalarını isteyince morg görevlisi, “Parçaları birleştir ve götür,” şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine genç, kardeşinin ceset parçalarını birleştirip götürmeye mecbur kaldı. İşte bu sahne, romanın ortaya çıkışını hızlandırdı. Romanda da bu sahneye ayrıntılı bir şekilde yer verdim.
Frankenstein Bağdat’ta pek çok farklı edebiyat ekolüne selam duran melez bir türe sahip. Roman için size ilham veren kitaplardan, yazarlardan bahsedebilir misiniz?
Özellikle fantastik edebiyatı severim. Aslında çizgi film sanatçısı olarak çalıştım. Kısa bir dönem de çocuk dergileri için çeşitli komik hikayeler resimledim.
G. Wells ve Jules Verne’i severim. Ama beni en çok etkileyen eserlerin Binbir Gece Masalları ve Nine Masalları olduğunu söyleyebilirim. Hemen hemen okuduğum bütün kitaplardan etkilendim. Okuduğum türler arasında genel olarak tarih, felsefe, din ve edebiyat yer almakta. Jorge Luis Borges ve Gabriel Garcia Marquez başta olmak üzere Latin Amerika edebiyatını da okumaktan zevk alırım.
İlk romanınız Irak’ın işgalinden bir yıl kadar sonra yayımlanmıştı. Ülkenizin savaşlarla çalkalandığı bu dönem sizin edebiyatla ilişkinize nasıl tesir etti? Irak’ın edebi temsilcisi olarak anılmak bir yük mü?
İlk romanım el-Beledu’l-cemîl [Güzel Ülke]’i 2001 yılında tamamlamıştım. Ama kitabın yayımlanması, savaş koşullarından dolayı 2004 yılına sarktı. 2005 yılındaysa Dubai’de ilk Arap romanı ödülüne lâyık görüldüm. Bu da tabii olarak tanınmamı sağladı.
Irak’taki savaş, beklenmedik bir şekilde ya da ansızın patlak vermiş değildi. Bu, sürekli devam eden varoluşsal bir durum. Ülkedeki kargaşa, 1958 yılında devletin çöküşüyle birlikte başladı. Peş peşe gelen askeri darbeler, Irak-İran savaşı, Kuveyt’in işgal edilmesi, uluslararası katı ekonomik yaptırımlar, 2003’teki savaş ve son olarak IŞİD… Gelecekte bizi hangi savaşların beklediğini tahmin edemiyorum.
Edebiyat bu gerçekleri görmezden gelemez. Şahsen bütün yaşamımı savaşın gölgesinde geçirdim. Çocukluğum Irak-İran savaşının yaşandığı döneme denk geldi. 90’larda ise asker olarak Irak ordusuna katıldım.
Savaşın yarattığı zalimlikleri anlatmak için fantastik ya da gerçeküstücü denebilecek bir üslup kullanıyorsunuz kitapta. Savaşın vahşetiyle ancak böyle yüzleşebiliyoruz diyebiliriz miyiz?
Edebiyat, genel olarak tarihin bir yorumudur. Olaylar gerçekleşir, edebiyat ise bu olayları yorumlamaya çalışır. Edebiyat, ruhu ve hafızayı korur, insanlığı savunur. Ama ölümü ve zorbalığı engellemede pek de bir şey yapamaz.
Edebiyat, bize ders verir. Ama siyaset, din ve toplum şiddeti bastırmada başarısız olunca insancıl edebiyat duyulmayan bir sese dönüşüverir.
Frankenstein Bağdat’ta aynı zamanda çok sinematografik bir roman, sinemaya uyarlama planlarınız var mı?
İngiliz bir şirketle romanın filme ya da TV dizisine uyarlanması için anlaştık. Şu anda senaryoyla ilgili hazırlıklar devam etmekte.
Aynı zamanda bir şairsiniz. Şiir ve roman yazarken zihniniz farklı şekillerde çalışıyor mu? Arada nasıl bir fark var?
Şair münferit bir sestir; kendini ya da insanı örnek alarak yazar. Roman yazarı ise başkası; yani kendinden farklı kişiler hakkında yazar. Bizim elbette münferit ve çoğulcu toplumsal bir sese ihtiyacımız var.
Belgesel sinemacı ve gazeteci kimlikleriniz de var. Tüm bu farklı kimliklerin ortak noktası ne sizin için? Irak’ta sesini duyuramayanlar içn bir elçi görevi gördüğünüzü düşünüyor musunuz?
Gazetecilik işi bana, kuzeyden güneye bütün Irak’ı dolaşma ve farklı farklı insanlarla buluşma fırsatı verdi. Gazetecilik aynı zamanda yazma deneyimimi geliştirdi. Ancak şüphesiz çok vakit kaybettiren bir meslek. Yeni bir romana başlayacağım zaman, romanı bitirene kadar haber yazmayı bir tarafa bırakırım. Roman, kesinlikle sesi olmayanlar için bir ses oluyor. Roman yazarı, farklı insanlık durumlarını zihninde canlandırabilir ve toplumdaki çeşitli sorunları ifade edebilir.
Irak’taki edebiyat ve sanat ortamı sizi yeterince besliyor mu? Yurtdışına göç eden çok fazla yazar oldu mu savaş döneminde?
Irak’taki mevcut durumlar altında yazmayı sürdürmek tamamen kişisel bir rekabet. Edebiyat alanında yazmanın ve roman yayımlamanın herhangi bir maddi getirisi yok. Ben tabii ki başkalarından daha çok satıyorum ama maddi anlamda yeterli olacak kadar değil.
Yeni bir roman yazmak için çoğu zaman gazetecilikten istifa etmişimdir. Ama daha sonra yeni bir işe girer sonra da yeni bir roman için yine istifa ederim. Ve bu böyle sürüp gider. Şu anda da işsizim çünkü yeni bir roman yazmaktayım.
Frankenstein Bağdat’ta geçtiğimiz sene Uluslararası Man Booker Ödülü için favori gösterilen kitaplardan biriydi. Bu sizi bir anda uluslararası medyaya taşıdı. Anlattığınız öykü Batı’nın ilgisini neden bu kadar çekti sizce?
Irak edebiyatında dikkat çeken önemli birçok romanın var olduğunu söyleyebilirim. Ama hepsi Avrupa dillerine tercüme edilmiyor. Romanımın Batı’da yayıncı ve okur çevresinde dikkat çekmesi, Irak’ta ABD’nin sürdürdüğü savaşı kınamasından kaynaklanmaktadır. Bir başka sebep de, Batı edebiyatındaki Mary Shelley’in Frankenstein kitabına göndermeler içermesidir. Üçüncü bir neden ise, yaratıcı bir niteliğe sahip olmasıdır. Bugün roman, en iyi korku ve bilimkurgu kitapları listelerinde yer almaya ve farklı faklı ülkelerde ilgi çekmeye devam ediyor.
Son günlerde masanızda duran, elinizden bırakamadığınız bir kitap var mı?
Şu aralar Sümer ve Asur kültür mirasını okumaya odaklandım. Ama tekrar tekrar okuduğum kitaplar Binbir Gece Masalları ve Gılgamış Destanı diyebilirim.
Arapçadan çeviren Cuma Tanık
Kaynak İdefix